"'Satranç çocukluğum' savaş nedeniyle oldukça uzamıştı. Bu ilginç ama hatalar barındıran oyunu ilk kategori derecelendirmemi aldığımda oynamıştım. O zamanlar satrancın romantizmi benim için karşı konulmaz bir çekiciliğe sahipti ve henüz satranç stratejisi yasalarının katı mantıksallığını anlamamıştım, ki bu ilkeleri sık sık rakip şah karşısındaki saldırı olasılıkları uğruna çiğnedim ve bu sebeple de zaman zaman cezalandırıldım. Ama bundan şikayetçi değildim, çünkü bir dizi fedanın eşlik ettiği başarılı ve parlak bir saldırının verdiği duygusal tatmin, münferit talihsizlikleri fazlasıyla telafi ediyordu.
Okur uzak romantik geçmişten kalmış oyunu bu bakış açısıyla değerlendirmelidir. Parti benim için bir katalizör rolü de oynadı; sahip olduğum güçleri göstererek bana güven verdi, ki bu olmadan satranç oyuncusunun gelişmesi mümkün değildir."
Efim Petrovich Geller (1925-1998) önemli bir teorisyen olmanın yanı sıra, Dünya Şampiyonlarına karşı elde ettiği birçok parlak zaferle satranç tarihine geçmiş bir Büyükusta. Odessa 1946'da Efim Kogan'a karşı oynadığı
harika oyunun (analizleri için paylaştığı yukarıdaki girizgâh ise, kendisinin nesnel bir analist olduğu gibi, makaleleri keyifle okunacak bir yazar olduğunu da gösterir nitelikte.
"Satranç Teorisinin Uygulanması" Pergamon Press tarafından, bundan 40 sene önce, 1984 yılında yayımlanmış. İlk olarak açılışlara göre sınıflandırılan oyun analizlerine geçmeden önce, Mikhail Tal'in
"Geller'in Alametifarikası" başlıklı yazısına yer verilmiş. Bu paylaşımdan bir kesit:
"...Elbette Efim Geller'in salt rekabetçi sonuçları dünyanın önde gelen büyükustalarının başarılarıyla karşılaştırılabilir ve kendisinin de onlardan biri olduğu sonucuna varılabilir. Ancak ben okurun dikkatini başka bir şeye çekmek istiyorum. Bu nokta, Geller'in yaratıcı anlamda her zaman seçkin ve her zaman özel bir yere sahip olduğudur. En saygın Dünya Şampiyonlarından biri olan Profesör Mikhail Botvinnik'in kendisi için dile getirdiği “Geller'den önce Şah-Hint Savunması'nı anlamıyorduk” sözündeki gibi bir nitelemeyi 'hayatları boyunca' hak etmiş çok az oyuncu vardır. Elbette burada vurgulanmak istenen, önemli ve güncel olsa da sadece bir açılışla değil, yeteneğinin en güçlü yönlerinden birinin araştırma, yeniyi arama ve satrancın gizli özünü keşfetme yeteneği olduğu gerçeğiyle ilgilidir...”
İçerdiği onca teknik kusura karşın, satranç kitaplarını 'klasik' statüsüne kavuşturan ne? Bu ilginç sorunun yanıtı, hangi seviyedeki oyuncu tarafından, hangi dönemde okunduğundan bağımsız, kitabın okurda bıraktığı lezzet olsa gerek. Bunu başaran çalışmalar bir nevi ebedî eser olarak kabul görürler. Salt teknik analizli oyunları inceleyerek 64 kare üzerindeki gerçeklerle yüzleşmek pekâlâ mümkün. Peki, o 'Eser'i yaratan ustayı, hamleleri arkasındaki fikir ve planlarını, gönüllü olarak aldığı riskleri hangi motivasyonla aldığını anlayabilmek? Bunu başarabilmek için sözlü ve samimi anlatımlara, mümkünse hikâyelere ihtiyaç duyulur. Bu belirttiklerim olduğunda ustayla aynı düzlemde bulunabilir ve kısa bir zaman için de olsa aynı dili konuştuğunuzu hissedebilirsiniz.
Kitabın ikinci bölümünde, Geller Dünya Şampiyonları karşısındaki oyunlarını okura sunuyor. Satrancın en saygın isimleri karşısında galibiyetler elde etmeyi üç temel şarta bağlıyor:
"İlk olarak, onlara karşı oynamalısınız. Belki bir Ünvan Maçı'nda, belki bir uluslararası turnuvada değil, ama en azından bir simültane gösteride. İkincisi, onlara karşı oynarken her zaman Şampiyon olduklarını hatırlamalı ve ertesi günü düşünmeden oyuna tüm gücünüzü vermelisiniz. Üçüncüsü, onlara karşı oynarken şampiyon olduklarını tamamen unutmalısınız. Bu yaklaşım, rakibin kişiliği tarafından 'hipnotize edilmekten' kaçınmanızı sağlayacak ve ruhunuzun neşesi ile zihninizin berraklığını koruyacaktır..."
Son iki şart Kasparov'un veciz sözünü hatırlatıyor: "Satrançta ya da herhangi bir çabada, en yüksek performansın ebedî paradoksu, yenilmezmişsiniz gibi devam ederken başarısızlıklarınızdan nasıl ders çıkaracağınızdır. Aynı anda hem öğrenmeli hem de unutmalısınız."
Birkaç gündür elimden bırakamadığım bu müthiş klasikte birçok mükemmel parti ile karşılaştım. Ancak Geller'in en beğendiğim oyunu hakkındaki düşüncem hâlâ değişmedi:
Geller-Anikaev, Minsk 1979!. Partiyi birçoğunuzun bildiğine eminim, ancak belki Geller'in değerlendirmeleri gözünüzden kaçmış olabilir:
"Saldırmak istiyorum!
Emanuel Lasker, satranç tahtasındaki savaşın beyaz ve siyah taşlar tarafından değil, insanlar tarafından yürütüldüğünü haklı olarak belirtmiştir. Farklı sağlık durumlarına, turnuva konumlarına ve aynı zamanda farklı ruh hallerine sahip insanlar. Ve zaman zaman bu durum bir satranç oyununun gidişatına ciddi derecede tesir edebilir. Açılış seçimi, sakin ya da riskli bir oyunun hedeflenmesi, sadece bir oyuncunun tarzına değil, aynı zamanda tahtaya hangi eğilimle oturduğuna da bağlıdır.
O akşam özellikle agresif bir ruh hali içinde olmasaydım, Yuri Anikaev ile oynadığım oyunun nasıl geçeceğini kim bilebilirdi? Sadece kazanmak istemiyordum - bu her zaman böyledir. Fedalar yapmak ve saldırmak istiyordum. Ve saldırı başarılı oldu! Oyunun sonunun bana büyük bir zevk ve ... özel bir ödül verdiği gerçeğini saklamayacağım!"
İçten anlatımlar derken neyi kastettiğimi bu kesitleri okuduktan sonra daha iyi anladığınıza eminim. Bu gibi klasiklerin değerini hiçbir zaman yitirmeyeceğini tekrar vurgulamak adına, beni etkileyen güzel bir sözle yazımı noktalayayım:
"Geçmiş asla ölü değildir. Geçmiş bile değildir." (William Faulkner)
- T
he Application of Chess Theory, Efim Geller (Pergamon Press, 1984)